Cumartesi, Mart 30

c'est la vie.

 zaman zaman buraya dönmek çok iyi. şimdilerde eski sakinlerinin çoğu tarafından terk edilmiş bir yerleşime benziyor bloglar, birileri hala buralarda, birileri zaman zaman uğruyor ve bağları pek kuvvetli olmayanlar buraları terk edeli çok oldu. benim için hafızayı canlı tutmaya yarayan bir tarafı var. uzun zaman sonra okuduğumda o zamanlarda neleri ne şiddette yaşadığımı görüyorum ve üzerinden zaman geçtikçe o yılların kolay geçtiği yanılsamasına kapılmaktan kendimi alıkoyabiliyorum. hayır, kolay değildi. üniversite de kolay değildi, cezaevinde çalıştığım yıllar da. bunların bazıları dışsal kaynaklı sorunlardı muhakkak ama sorun bendim her zaman: içimde çözemediğim o kadar çok sıkıntı vardı ki. bunu unutmamak gerekiyor. bu iç sıkıntısını sonsuza kadar hatırlamak gerekiyor çünkü bir zamanlar bir şeylerin yanlış olduğunu sadece o iç sıkıntısı hatırlatabilir.

geçenlerde buraya döndüğümde, şehzade cihangir üstüne yazdığım bir yazıyı okudum yeniden. o dönem işe harem - üsküdar arasındaki sahil yolundan gider ve şehzade cihangir anısına yaptırılmış camiyi uzaktan izlemeyi severdim. herhalde yüküm de fazlaydı o dönem, bir kambur gibi sırtımdaydı hayat. oysa bugün, o yazıyı okurken, birden şunu anımsadım: aynı dönemde, şehzade mustafa'yı da sık sık düşünmüş, babası tarafından öldürülmesinin ne fena olduğunu, o ölmese belki de imparatorluğun ne farklı olabileceğini (bundan bana neydi bilmiyorum ama şu duygu çok barizdi: "her şey farklı olabilirdi"), geri dönüşü olmayan bir hata yapıldığını içimde evirip çevirmiştim. şimdi anlıyorum. babasının ikinci eşinden olan çocuklarının gözde olduğu, annesinin gözden düştüğü, kendisinin babasının en takdir ettiği ve tahtını bırakmayı istediği çocuğu olduğunu düşünürken kendisini terk edilişlerin en fenası ile karşı karşıya bulan şehzade mustafa, seni anlıyorum, çünkü aynı şeyleri ben de yaşadım. babamın ikinci evliliği, çocukları ile olan ilişkisi ve benim yavaş yavaş dışarıda kalışım o kadar ağırdı ki, burada kendime benzetebildiğim tek kişi babası tarafından katledilen şehzade mustafa olmuştu. her şey farklı olabilirdi. 

bazen bir hayal tutturuyorum, eskiden gördüğüm, babamın banka çevresinden arkadaşlarının ailelerinde gördüğüm mutlu aileleri kuruyorum kafamda. benim ailem de öyleymiş mesela. ben de o mutlu evlerde yaşamışım, yine güzel okullara gitmişim, hatta belki daha güzellerine gitmişim, ailem benimle gurur duymuş, hep bunun sevinciyle yaşamışım, hep mutlu olmuşum, acı nedir bilmemişim. lisede kızlar görürdüm, sevgilileri ile kavga edip ağlarlardı mesela. dertleri bu olurdu. bense neredeyse hayatımın tümünde içimi delen bir acıyla yaşadım zaten. uçsuz bucaksız bozkırın ortasında yapayalnızdım. öyle basit dertlerle dertlenecek halim de pek yoktu hani.

eğer bu şartlarda yaşamış ve yetişmiş olsam, muhtemelen bugünkü ben olamazdım. şu an bulunduğum noktaya gelmek için geçtiğim ruhsal mücadelelerden geçmemiş olsam, farklı biri olurdum tabii, ona şüphe yok. şu an olduğum kişiden memnun olduğuma göre bunu tercih etmezdim ama insan bazen o hayalin sıcaklığına kapılmaktan da kendini alamıyor: o mutlu görünen ailelerin içinde büyüyen kızlardan olmak, güzel sarı ışıklı güzel dekore edilmiş evlerde büyümek, çok mu güzeldir acaba?

bir defasında babam, kemal, babamın bir arkadaşı ve kızı ile kahvaltıya gitmiştik. babamın arkadaşının kızı güzel bir kız değildi, iyi bir üniversitede okumamıştı, kariyerinde iyi bir noktada değildi, eh pek akıllı bir kız da sayılmazdı. ama babasının onunla gururlanışı, söylediği ve yaptığı her şeyi ciddiye alışı, kızına duyduğu derin sevgi inanılmazdı. ben o zaman, herhalde otuz yaşımdaydım, hayatımda ilk defa böyle bir şey gördüm. demek babamızın bizi sevmesi için akademik başarı ya da başka zeka emarelerine ihtiyaç yoktu! gerçi, şehzade mustafa da kardeşlerin en akıllı olanıydı ama babası yine de öldürmüştü onu. belki de bu yüzden öldürmüştü. çünkü bu düzenin içinde, başarılı değilsen sevilmezsin ama rakip olacak kadar başarılı olursan da sevilmezsin. 

ben de sevilmedim. nasılsa her koşulda sevilmeyecektim. ama bunu kabul etmek, benimle ilgili olmadığını anlamak çok zamanımı aldı. 

Hiç yorum yok: